Bas gaza yavrum bas gaza!!!


Otobüs tıklım tıklım doluydu. İstanbul'da oturduğunu iddia ederken hiç yüzü kızarmayan bir arkadaşıma gitmeye kalkmak gibi bir gaflet içindeydim. İsmail YK eşliğinde sürdürdüğümüz nerdeyse şehirlerarası bu yolculukta, kucaktaki kellelerimizle sılaya kavuşabilmeyi beklerken, uzak bi yeri tarif ederken anlamı güçlendirmek için kullanılan "ebesinin amı" deyiminin ne kadar yerli yerinde bir ifade olduğunu düşünmeye başlamıştım. Çılgın şoförün ani fren darbeleri neticesinde karşımdaki yaşlı Teyzeyle periyodik olmayan aralıklarla öpüşmek zorunda kalıyor ve yine yüzüme gülmeyen makus talihime küfürler savuruyordum. Az önce kendisine yer veren o güzel kız, biraz orospu evladı olmasa şu anda bambaşka bir hayatım olabilirdi. Ama bende şans ne gezerdi. Hay sikeyimdi.

Burdan bana ekmek çıkmaz diyerek empeüç playerımı kulağıma takıp tam hayatla bağlantılarımı kesmek üzereydim ki yolculardan biri şoföre oldukça kibar bir biçimde yavaş gitmesini, öyle ani frenler filan yapmamasını, nihayetinde can taşıdığını, hepimizin bi yerde insan sayıldığını filan söyledi. Bunu duyan şoför durur mu, hemen yapıştırdı cevabı. "Seni hamuğa godumun pezevengi" diye başlayan cümle olaylı bitti. Sinirle tıklım tıklım yolcu güruhunun içine dalan şoför, o sözlerin sahibi, mevzunun müsebbibi, birazdan başlayacak tuhaf olaylar silsilesinin mimarı kibar beyfendiyi bulana kadar arada birkaç yolcuyu zayi etti. Bulduğunda da adamı ensesinden yakaladığı gibi camdan aşağı sallandırıp bastı gaza yavrum bastı gaza. Bir süre bu şekilde ilerledik. Kimsenin gıkı çıkmıyordu. Sonra sıkılmış olacak ki otobüsü kenara çekip adamla beraber indi. Dövdü biraz işte. Ağzına ağzına tekme attı böyle. Bi ara kafasını otobüse doğru çevirdi ve şahin bakışlarıyla hepimizi süzdü. Belli ki tanrılar yeni kurbanlar istiyordu. Biz daha ne olduğunu anlamadan yaşlı teyze olmuşlarından 4 tanesini seçip otobüsün lastiklerine bağladı. Yaşlılara gıcık olduğu belliydi. Çünkü onların ücretsiz geçiş kartları vardı ve şoför akbil fülülüsü duymadığında asapları bozuluyor, tepeleri atıyordu. Hiçbirimiz itiraz etmedik. Adam bu şekilde deşarj oluyordu demek. Anladığım kadarıyla Teyzelerden birinin kocası olan amca ağlamaya başladığında amcanında kafasını gösterge tablolarına gömdüğünde de sesimizi çıkarmadık.

Şoförümüz böylelikle bir miktar sakinleşip kendine geldikten sonra, az önce ağzını burnunu kırdığı kibar beyfendiyi vites koluna oturtup yola devam etmeye başladı. Yaşlı teyzelerr tekerlere bağlı olduğu için otobüs bir miktar sallanıyordu ama iyi kötü gidiyorduk işte. Ancak densiz yolculardan biri durağa yaklaştığımızda inecek var düğmesine basınca olanlar oldu. Yeniden gözü dönen şoför, hazır eli değmişken, vites kolunda iyice homojenleşmiş kibar beyfendiyi ön cama göçürttükten sonra şaha kalktı. Sıradaki talihliler ayaktaki yolculardı. Hepsini yukarda duran tutunmaçlara astı da biraz rahatladık. Şoför, belli ki trafik kurallarını son derece önemsiyor ve ayakta yolcu istemiyordu. Elbette bu duyarlılığa da söyleyecek sözümüz yoktu.

"Allah belanı versin" isimli güzide eser çalmaya başladığında köprüye gelmiştik artık. Şoförümüz, şarkıya bağıra bağıra eşlik ederken bir yandan da kalan yolcuları tek tek boğazın serin sularına doğru yollayarak serinlemelerini sağlıyordu. Gerçekten çok düşünceli bi insandı. Ağırlıkların çoğundan kurtulduğumuz için artık daha hızlı gidiyorduk. Şoför iyiden iyiye coşmuştu. Bütün numaralarını sergilemeye başladı. Ne oldum demeye kalmadan İstanbul Park'ta bulduk kendimizi. Akrobatik bir gösteri denedikten sonra otobüsle tek teker hareketinin mümkün olmadığını farketmesi hepten yatak sarmasına neden oldu. Kalan 3-5 yolcuyu start-finish çizgisine yatırıp kesin olmayan bir rakam kadar kere üsünden geçti. Arkamızda bir enkaz bıraktığımıza emin olduğunda da tekrar normal güzergahına döndü.

Yolculuğun sonunda artık tek sağlam yolcu ben kalmıştım. İneceğim durağa yaklaştığımda düğmeye bastım. Şoför estetik bir hareketle durup kapıyı açtı. Teşekkür ettim. Rica etti.

İndim.

0 yorum :