Ölüme Beş Kala!!

Herkes için herhangi bir sabaha karşı... Tüm gece onu zapt etmeye çalışmaktan yorgun düşmüşüm. O da yorgun artık. Birkaç saat önce çamaşır makinesiyle kavga edip onu defterden sildi. Yeni kankası ayakkabılık. Kesici, delici, yakıcı ne varsa ortadan kaldırdım. İnsan kendini öldürmekte kararlı olunca her şey öldürücü olabiliyormuş, onu anladım. Kanepeye yatırıyorum. Durmadan akan sümüklerini siliyorum. Saçlarımın, diyor, her telinin ayrı ayrı ağrıdığını hissediyorum. Saçlarıma gidiyor ellerim, sanki her teli ayrı ayrı ağarıyor. Türk filmlerinde saçları bir gecede beyazlayan adamlar geliyor aklıma. Ama hiçbir şeyi uzun uzadıya düşünecek durumda değilim. Kendim için üzülmeye zamanım yok. Yüzünün rengini ancak kör bir ressam tarif edebilir. O rengi daha fazla görmemek için kör kalmayı dileyecekken, kör kaldığı için saçlarımın her telini ayrı ayrı ağrıtan diğeri geliyor aklıma. Vazgeçiyorum. Falsosuz gören gözlerimle, ne halim varsa görmeye devam ediyorum.

Ölüm, diyor, bu kadar mı güzel gelir bir insana.. Bana sormuyor. Kime sorduğunu bilmiyor. Zaten bir cevap da istemiyor. Öylece bakıyor sade. Ayın çekim gücüyle yerin çekim gücünün eşit olduğu yerde sanki. Sabaha çıkacağını ispat etmek için en az iki şahit gerek. Kendimi ikiye bölüyorum.

Dışarıdan saksağan sesleri geldiğini söylüyor. Dışarıdan saksağan sesleri gelmiyor. Onun kulaklarını ödünç alıp dinlemeye başlıyorum.

Küçükken kar yağdığında kuş yakalardık birlikte. Mavi bir leğeni, ip bağlı küçük bir sopayla aralık tutmayı sağlayıp, leğenin altına ekmek parçaları koyardık. İpin ucu evimize çıkardı. Evimiz sobanın üstünde kuruyan çamaşır kokardı. Pencereye tüner, kuş beklerdik. Kuş gelince ipi çekerdik. Sopa düşer, leğen kapanırdı. Kuşa bir şey olmazdı. Koşa koşa gider kuşu bana getirirdi. Avuçlarım kupkuş olurdu. Biz o anda kardeş olurduk...

Keşke, diyor, saksağan olsaydım... İçimden kuşlar dökülüyor...

O mavi leğeni bulsam... Kar yağsa... Bak desem bak, Tanrı melekleri rendeliyor! Hadi kuş tutalım...

....

Terliyor, bütün bedeni kasılıyor. Üstünü çıkarıyorum. Kolları, bacakları, kasıkları... İnsan vücudunda uç uca eklendiğinde 19.200 metre damar olduğunu hatırlıyorum. Morarmış iğne deliklerine bakarak kendi içinde kaç metre yolculuk yaptığını anlamaya çalışıyorum. Sebeplerini anlamaya çalışıyorum. Anlıyorum. Anlayınca affediyorum. Noktaları birleştirdiğimde "ukde" yazıyor çünkü... O ukdeyi biliyorum. Bildiğimin yanına bir tane daha "düğüm"lüyorum.

Nerdeyiz şimdi, diyor başka bir dünyadanmış gibi gelen sesiyle.Dönülmez akşamın ufkundayız, diyorum. Gülümsüyor. Bu, prensipte anlaştığımızın fotoğrafı. Tanrıdan bonservisimi almam gerekecek der gibi bakıyor. Gülümsüyorum. Saçlarını öpüp korkma, diyorum, daha motorları maviliklere süreceğiz.

Söylediğim şeye inanmasını istiyorum.

Söylediğim şeye inanmak istiyorum.



0 yorum :